30 Kasım 2010 Salı

Yatağa Abdestli Girmek


Sual: (Gece yatarken, abdesti sıkışık olan, abdestli yatağa girip, sonra abdestini bozsa, yatağa abdestli girmiş sayılır) deniyor. Bu, bir hile değil midir? Allahü teâlâyı kandırmaya çalışmak olmaz mı?
CEVAP
Hâşâ, öyle şey denir mi hiç? Bu, Allahü teâlânın bildirdiği ihsandan faydalanmak olur. Önemli olan, yatağa abdestli girmektir. Uyuyunca, zaten abdest bozulacaktır, ama abdestli yatağa girmesi büyük fazilettir, sabaha kadar sevab kazanır. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yatağa abdestli girene, o gece bir melek sabaha kadar, “Ya Rabbi bu kulunu affet!” diye dua eder.) [Hâkim]
(Abdestli yatıp, Allahü teâlâyı anarak uyuyan, uyanana kadar namazda sayılır. Bir melek onun için ibadet eder. Uyandığı zaman yine Allahü teâlâyı anarsa, o melek, bu kulun affı için Allah’a dua eder.) [İbni Hibban]
(Abdestli yatan, gece ibadet eden, gündüz oruç tutan gibidir.)[Deylemi]
(Abdestli yatan, gece vefat ederse şehid olur.) [İbni Sünni]

Kelime-i Tevhidin Fazileti


Sual: Kelime-i tevhid ve kelime-i şehadet okumanın fazileti nedir?
CEVAP
Bunları okumanın fazileti çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resulullah diyene Cehennem ateşi haramdır.) [Müslim]
(Haramlardan kaçıp, ihlâsla, Lâ ilahe illallah diyen Cennete girer.) [Hatîb]
(İhlâsla Lâ ilâhe illallah diyeni Allah ateşe haram kılmıştır.) [Buhari, Müslim]
(İhlâsla, Lâ ilâhe illallah diyen Cennete girer. İhlâs, haramlardan sizi men etmesidir.) [Bezzar]
(Kalble tasdik edip, ihlâsla kelime-i şehadeti söyleyen Cennete girer.) [Taberani]
(İnanarak, beğenerek ihlâsla Lâ ilâhe illallah diyen Cennete girer.) [İbni Hibban]
(İhlâsla Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü diyen Cennete girer.) [Taberani, Deylemi]
(Bir mümin, Eşhedü en lâ ilâhe illallah dediğinde, Allahü teâlâ, "Ey meleklerim, kulum benden başka Rabbi olmadığını bildi. Şahit olun ki, ben o kulumu affettim” buyurur.) [İ. Asakir]
(Sübhanallah diyen, Allah'ı zikretmiş olur. Allah da onu anar. Elhamdülillâh derse, Allah'a şükretmiş olur. Allah da ihsanını artırır. Lâ ilâhe illallah derse, işte o öyle bir kelime-i tevhiddir ki, kim bu kelimeyi şüphe, kibir ve zulüm yetmeden söylerse Allah onu ateşten korur.)[Hâkim]
(Cennetin bedeli Lâ ilâhe illallah’tır. Nimetin bedeli ise Elhamdülillah’tır.) [Deylemî]
(Kalbden ihlâsla Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü diyen Cennete girer ve Cehennem ateşi ona dokunmaz.)[Taberanî]
(İhlâsla Lâ ilâhe illallah diyene Cennet vacib olur.) [İ. Neccar]
(Lâ ilâhe illallah demek 99 derde devadır. Bunun en aşağısı sıkıntıdır.) [Deylemî]
(Lâ ilâhe illallah diyen ve kalbinde zerre kadar imanı olan kişi ateşten çıkar.) [Buhârî, Müslim]
(Lâ ilâhe illallah kelime-i tevhidini çokça söyleyerek imanınızı yenileyin!) [Ahmed]
(Allah dört sözü diğer sözlere üstün kıldı: Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilâhe illallah ve Allahü ekber. Kim Sübhanallah veya Allahü ekber yahut Lâ ilâhe illallah derse ona on sevap yazılır, on günahı da silinir. Bir nimete karşılık olmasa da, Elhamdülillah derse otuz sevap yazılır, otuz günahı silinir.) [Ahmed]
Sadece Lâ ilâhe illallah veya Lâ ilâhe illallahMuhammedün Resulullah demekle de Cennete girilmeyeceği, önemli şartların olduğu sitemizde açıklanmaktadır.

Vebadan kaçılır mı?


İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki:
Halife Hazret-i Ömer, bir kafileyle Şam’a gidiyordu. Şam’da veba hastalığı olduğunu işittiler. Kimi, (Şam’a girmeyelim) dedi. Kimi de, (Allahü teâlânın kaderinden kaçmayalım) dedi. Halife de, (Allahü teâlânın kaderinden, yine Onun kaderine kaçalım, şehre girmeyelim) buyurdu. 
Abdurrahman bin Avf da dedi ki: Ben Resulullah'tan işittim, şöyle buyurmuştu:
(Veba olduğunu işittiğiniz yere gitmeyin! Siz bir yerde iken orada veba meydana çıkarsa, oradan çıkmayın!) [Buhari, Müslim, Taberani]
Halife Hazret-i Ömer de, (Elhamdülillah, benim sözüm, hadis-i şerife uygun oldu) diyerek, Şam’a girmediler. Veba bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar. Veba bulaşıcı hastalıktır. Bu hastalık, [veba basilleri], herkesin içine yerleşince, kaçanlar, [hastalığı başka yerlere götürüp bulaştırmış olurlar ve kendileri de] hastalıktan kurtulamazlar. 
Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Veba hastalığı bulunan yerden kaçmak, savaşta kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günahtır.)[Taberani] (İhya)
İmam-ı Rabbanî hazretleri buyuruyor ki:
Veba olan yerde, ölümden kaçıp da kurtulanlara yazıklar olsun! Kaçmayıp da ölenlere müjdeler olsun! Bunlar şehid sevabına kavuşurlar. Vebadan ölen savaşta ölen şehid gibidir. Ona sual sorulmaz. (1/299)

Dört Mezhepte Haram Olan şeyler


Sual: S. Ebediyye’de, dört mezhepte de haram olan bir şeye helâl diyenin kâfir olacağı bildiriliyor. Helâl veya farz olan şeye haram demek de aynı şekilde küfür müdür? Bunlara birkaç örnek verilebilir mi?
CEVAP
Evet, küfürdür.
Haram olanlara örnek:
1- Hayzlı ve nifaslı iken namaz kılmak, oruç tutmak, camiye girmek, dört mezhepte de haramdır. (S. Ebediyye)
2- Erkeklerin yabancı kadının yüzünden ve avuçlarının içinden ve dışından başka yerine bakmaları, dört mezhepte de haramdır. (Redd-ül-muhtar)
3- Cünüp olan erkeğin ve kadının, gusletmeden, abdestsiz yapılması caiz olmayan, ibadetlerden birini yapması, dört mezhepte de haramdır. (El-fıkh-ü alel-mezahib-il-erbea)
4- Müta nikâhı ve geçici nikâh dört mezhepte de haramdır, bâtıldır.(Mizan)
5- Dürr-ül-muhtar’ın, (Kur’an-ı kerim okurken, harf eklemeyecek, kelimeyi bozmayacak şekilde teganni etmek caiz ve güzeldir. Aksi takdirde haramdır. Böyle teganni edene, “Ne güzel okudun” demekte küfür korkusu vardır) ifadesini İbni Abidin hazretleri şerh ederken buyuruyor ki: Teganni eden hafıza, “Ne güzel okudun” diyen kimse kâfir olur demişlerdir, çünkü dört mezhepte de haram olan bir şeye güzel diyen kâfir olur.(Redd-ül-muhtar)
6- Sarhoş eden içkiler, dört mezhepte de şarap gibi galiz necasettir.(El-fıkhü alel mezahibil-erbea)
7- Erkeklerin altın yüzük takmaları, dört mezhepte de caiz değildir.(Mevahib-i ledünniyye)
Farz olanlara örnek:
1- Dört mezhebin icma’ına inanmak farzdır, inanmayan kâfir olur.(Redd-ül-muhtar)
2- Namaza başlarken, tekbir getirmek, dört mezhepte de farzdır.(İslam Ahlakı)
3- Yayılan bid’atin kötülüğünü Müslümanlara duyurmak dört mezhepte de farzdır. Bu konuda icma-i ümmet vardır. (Mektubat-i Masumiyye)
Dört mezhepte de haram olan bir şeyi severek, beğenerek, helal sayarak yapan, söyleyen kâfir olur. Âdete ve nefsine uyarak veya istemeyerek, üzülerek yapan, günah işlemiş olursa da, kâfir olmaz.

Kibir


Küfürden sonra en kötü ahlâk, en büyük günah, kibirli olmaktır. Peygamber efendimiz, (Kalbinde zerre kadar kibir olan Cennete giremez) ve (Mal ve şöhret hırsı, iki aç kurttan daha tehlikelidir) buyuruyor. Mal ve şöhret hırsı girdiği kalbi harap eder. Bundan onu ancak, Ehl-i sünnet âlimlerinin sevgisi kurtarır. Sevgi (Peki) demektir, itaat demektir. Çünkü itaat sevgiden doğar. İtaat etmeyenin, (Seviyorum) demesi yalandır. İtaat olmayınca, onun sevgisinin ağaca, kuşa, tabiata olan sevgiden farkı olmaz.
Rey şehrinden bir genç, (Ben âlim ve evliya olmak istiyorum) der. Kalkıp, Mısır’a Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına gidip ona 25 sene boyunca talebe olur. Sonra çuvallar dolusu notlarıyla beraber Rey şehrine geçmeden önce, Bağdat’taki büyük bir evliya zatın da duasını almak için onun dergâhına gider. Mübarek zat, sohbetin sonunda,(Herkes gitsin, sen kal!) der. Sonra gence, (Anlat bakalım) der. Genç anlatır:
- Ben, 25 yıl Zünnûn-i Mısrî hazretlerine talebe oldum. Şu kadar not aldım. Şimdi memleketime dönüyorum. Sizden de dua ve nasihat almaya geldim.
O zat, bu talebeden iki şey yapmasını ister. Talebe, (Yaparım) deyince, o zat (Yapamazsın) der. Talebe ısrarla, (Yaparım) der. O zat, (Önce bütün notlarını Dicle Nehrine at! Sonra Rey şehrine gittiğin vakit, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin hiç ismini anmayacaksın, Hocam Zünnûn-i Mısrî demeyeceksin) der. Bunun üzerine talebe der ki:
- Efendim, ölürüm de, bunları yapamam.
- Yapamayacağını baştan söylemiştim.
- Bunları bana yaptıran şey nedir?
- Evladım senin içinden pis kokular geliyor. Senin kalbinde iki ur var. Biri şöhret sevdası, öteki ise kibirdir. Sen, değil başkalarına faydalı olmak, kendine de faydalı olamazsın, bu hâlinle Cehenneme gidersin. Sen insanları etrafına toplayarak şöhrete kavuşmak için tahsil yaptın. Bu zatın ismini, notlarını da şöhretine, kibrine alet edeceksin. İnsanın kalbinden ur çıkmalı ki, nur girsin. Ur çıkmadan nur girmez. Bu ikisi birbirine zıttır. Def-i mefâsid, celb-i menafiden evladır. Yani zarardan korunmak, menfaat sağlamaktan önce gelir. Demek ki zarar yok edilmeden fayda temin edilemez.

Avret yeri


Kur'an-ı kerimi en iyi anlayan Peygamber efendimiz, kadınların ve erkeklerin avret yerinin neresi olduğunu açıklamıştır. Kapalı, bilinmeyen bir şey kalmamıştır. Erkeklerin avret yeri, dizlerle göbek arasıdır. Bu kısımları açmak haramdır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Erkeğin göbekle dizleri arası avrettir.) [Ebu Davud]
(Uyluk avret yeridir.) [Buhari, Tirmizi]
Kadının avuç içinden ve yüzünden başka bütün vücudu avrettir. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir.)[Mecmaul-enhür, El-mugni]
(Ya Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç, vücudunu erkeklere gösteremez.) [Ebu Davud]
Erkeğin ve kadının avret yeri açıkça bildirilmiştir. Buraları açmak ve buralara bakmak haramdır. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Avret yerini açmak büyük günahtır.) [Hâkim]
(Avret yerini açana, başkasının avret yerine bakana Allah lanet etsin!) [Beyheki]
Allahü teâlânın Resulü böyle buyururken, kadınların açık gezmesini isteyen zındıkların, (Kur'an Müslümanlığı) demesi din düşmanlığıdır. İslam âlimleri tesettürle ilgili âyet-i kerimeyi şöyle bildiriyorlar:
(Mümin kadınlara söyle: [Yabancı erkeklere bakmaktan]sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [saç ve gerdan gibi ziynet takılan yerleri] göstermesinler,başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını]örtsünler!) [Nur 31]

Uyuyarak Oruç Tutmak


Sual: Bir hoca, (Uyuyarak oruç tutan sevab yerine hava alır ve sevabına ancak rüyada kavuşur, sevabını hayâl bile edemez) diyor. Ben, gece çalışıyorum, gündüz uyuyorum, sadece namaz vakitlerinde uyanıyor, namazımı kılıp yatıyorum. Benim oruçlarım boşa mı gidiyor?
CEVAP
Hayır, oruçlunun uyumasının mahzuru olmaz. Aksine uyuması bile sevab olur. Gece çalışmasanız bile, gündüz uyuyabilirsiniz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Oruçlunun uykusu ibadettir.) [Deylemi]
Bir beyit de şöyledir:
Oruçlunun uykusu, elbette ibadettir,
Oruçluyken uyumak, ne büyük saadettir.
Uyumak kötü bir şey değildir. Ölü gibi yatan, Allahü teâlânın lütfuyla, uyurken de sevab kazanıyor. Uykuda günah yazılmaz, çünkü şuurlu olarak bir günah işlemiyor. Bir hadis-i şerif meali:
(Şu üç kişiden kalem kaldırılır [günah yazılmaz]: Uyuyan kimse uyanana kadar, çocuk büluğa erene ve deli olan iyileşinceye kadar.) [Ebu Davud]
Eğer oruçlu, abdestli yatmışsa ayrıca sevab alır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Abdestli olarak yatan, uykudayken, gündüz saim [oruçlu], gece kaim [gece uyanıp ibadet eden] gibi sevaba kavuşur.) [Deylemi]
Yatarken hayırlı işleri yapabilmek için istirahat etmeye, namaza kalkmaya, uyanınca hayırlı işler yapmaya niyet etmeli! Böyle niyet edenin uykusu ibadet olur. Âlimler bunu bilip böyle niyet ettikleri için, Peygamber efendimiz, (Âlimlerin uykusu ibadettir) buyuruyor. Bir kimse de, gece ibadet etmek niyetiyle yatsa, fakat uyanamasa, niyeti sebebiyle yine sevab kazanır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(İbadete niyet edip yattıktan sonra, uyuyup kalana, niyeti sebebiyle gece ibadet etmiş gibi sevab yazılır, uykusu da kendisine sadaka olur.) [Nesai, İbni Mace]
Oruçlu kimse, uyanıkken namaz kılamıyor, hayırlı işler yapamıyorsa, gıybet ediyor veya günah olan işler yapıyorsa, uyuması onun için daha iyi olur. Uyumakla günahlardan kurtulmuş olur. (Uyuyan, orucun sevabını hayâl bile edemez) demek ilmî değil, indî bir sözdür.
Uzun ve sıcak günlerde oruç tutmak, kısa ve soğuk günlerde oruç tutmaktan ve maniler arasında sıkıntılı oruç tutmak daha sevabdır diye kendini sıkıntıya sokmak yanlış olur. Sıkıntı tabiî olarak gelmeli, kendi elimizle kendimizi sıkıntıya sokmamız sevab olmaz

Herkes Eşit Olsaydı


Sual: Bir ateist, (Her şeyi Tanrı yaratıyorsa, herkesi niye eşit yaratmıyor? Kimini sağlam kimini sakat, kimini uzun kimini cüce, kimini güzel kimini çirkin, kimini zengin kimini fakir, kimini beyaz kimini zenci, kimini akıllı kimini deli yaratmıştır. Herkesi, her şeyi eşit yaratsaydı daha uygun olmaz mıydı?) diyor. Bu ateiste ne söylenebilir?
CEVAP
Önce, yaratılış hakkında bilgi verelim.
Allahü teâlâ, uçsuz bucaksız görülen kâinatı ve içindekilerin hepsini insanlar için yaratmıştır. (Niye o kadar çok şey yarattı?) veya (Niye daha farklı bir şeyler yaratmadı) diye Allah'ı sorgulamaya kimsenin hakkı olamaz. Bir sineği yaratmaktan âciz olan insan, akıl almayacak ve sayılamayacak kadar çok şeyi yoktan yaratana hesap soramaz. Bu yaratılanların hikmetini, sebebini bilemeyiz.
İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki:
Yeryüzündeki bütün akıl sahipleri, bir araya gelip araştırsalar, Onun yarattığı herhangi bir şeyin, daha uygun, daha iyi bir şeklini bulamazlar. Her şeyin, olması gerektiği gibi yaratılmış olduğunu anlarlar. Çirkin yaratılan bir şeyin, en uygun, en kâmil şekli, çirkin olmasıdır. Çirkin olmasa noksanlık olur, yersiz olurdu. Çünkü çirkinlik olmasaydı, mesela güzelliğin kıymetini kimse bilemez, güzellik tatlı olmazdı. Kusurlu şeyler olmasaydı, kusursuz şeylerin kıymeti bilinmez, kusursuzluk tatlı olmazdı. Çünkü kâmil ve nâkıs, birbiriyle ölçerek anlaşılır. Mesela, baba olmasa, çocuk olmaz. Çocuğu olmayan, baba olmaz. Böyle şeylerden, birinin var olması, ötekinin varlığı ile belli olur. Ölçmek, iki şey arasında olur. İkilik olmazsa, ölçü ve ölçmenin sonu elde edilemez. Allahü teâlânın işlerinin faydasını, insanlar anlayamayabilir. Fakat anlaşılmasa da, en faydalı, en iyi şeklin, Onun yarattığı şekil olduğuna inanmak lazımdır. Sözün kısası, dünyada bulunan her şey, hastalık, kuvvetsizlik, hattâ günahlar ve küfür, yok olmak, kusur, dert ve elem, hikmetsiz, faydasız, yersiz değildir. Hepsi, en uygun, en faydalı şekilde yaratılmıştır. (K. Saadet)
Konunun daha iyi anlaşılması için birkaç örnek verelim:
Herkes, her bakımdan eşit yaratılsaydı, büyük bir felaket olur, toplumlar olmazdı. İnsanlar, boy, renk, şekil, akıl, zenginlik, sıhhat, kuvvet, güzellik, ahlâk gibi her hususta eşit olunca, tornadan çıkmış gibi birbirinin aynı olunca milyarlarca insanı birbirinden ayırmak mümkün olmaz. Karı koca birbirini tanıyamaz, hanımıyla kızını, oğluyla babasını ayıramaz, hayat felç olur. Sırf bu şekil benzerliği bakımından, binlerce problem ortaya çıkar. Diğer sahadaki eşitlikler görülmeden, yaşanmadan hayat söner.
Herkes bilgi ve kültür bakımından da eşit olunca, gazeteye, kitaba, filme ihtiyaç kalmaz. Güreş, koşu, yüzme gibi sporlar ve yarışlar olmaz, çünkü herkes aynı kabiliyettedir.
İyinin kıymeti, kötü ile bilinir. Herkes iyi olunca, iyinin kıymeti kalmaz. Çirkinlik olmayınca, güzellik anlaşılmaz. Hastalık olmayınca sağlığın kıymeti bilinmez.
Bir kimse, okuyup her bakımdan mükemmel bir insan olmak ister. Herkes aynı olursa, kim kimden üstün olacaktır? Âmirsiz, memursuz, işçisiz, patronsuz toplum olmaz. Herkes aynı bilgiye sahip olursa, zengin fakir olmazsa, çöpleri kim temizleyecek? İnşaatta kim çalışacak? Yer altında, maden ocaklarında kim çalışacak? Kim hizmetçi olacak? Herkesin kültür seviyesi aynı olunca doktora, avukata, mühendise ihtiyaç kalmayacak. Aşağı sayılan işleri kimse yapmayacak, ortalık karışacak. Herkes erkek veya kadın olsaydı, karşı cins olmayınca zürriyet nasıl devam edecekti?
Her hususta eşitliğin zararları sayılamayacak kadar çoktur. Onun için Allahü teâlâ, her şeyi hikmetli ve adaletli yaratmıştır. Adalet olunca işler düzgün yürür. Mesela beş parmağın beşi de aynı olsaydı, başparmak diğerlerinin arasında olsaydı, bugünkü kadar verimli iş yapılamaz, büyük eksiklik olurdu. Allahü teâlâ, her şeyi yerli yerince yaratmıştır. Eksiklik, fazlalık olmaz.

İnsanlar Yaratılırken


Sual: Ateist diyor ki: Tanrı bizi yaratırken, (Seni kadın veya erkek,zengin veya fakir yaratacağım, benim sözümü dinleyecek misin?) dedi mi? Biz istemediğimiz hâlde, bizi kul yani köle olarak yaratıyor ve sonra da (Benim sözümü tutmadınız) diye hesaba çekiyor. Bu olacak şey midir?
CEVAP
Elbette Allahü teâlâ, bizi kendi isteğimizle yaratmadı. Kendi mülkünde tasarrufta bulundu. (Temsilde hata olmaz) derler. Biz hayvancılık yapsak, kuzuları kendi malımız diye kasaba satsak veya kesip kebap yaparak yesek, kuzunun, (Niye bana sormadan beni yetiştirdin ve şimdi de kebap yapıyorsun?) demeye hakkı olur mu? Sebze yetiştirsek hepsini istediğimiz gibi kullanma yetkisine sahip değil miyiz? Herkes malını dilediği gibi kullanır. Mal kime ait ise, kullanma yetkisi de onundur. Malını kullanamazsın denmez. Allahü teâlâ da, kâinatta yarattığı her şeyin sahibidir. Yarattığı her şeyi, istediği gibi kullanabilir. Hiç kimse, (Dünyayı niye kendi etrafında döndürüyorsun?) veya (Evrendeki nizamı niye böyle kurdun?) diyemez. Dese de, Allah'a karşı ne yapabilir ki? Ne gücü vardır ki? İnsan, âcizliğini ve haddini bilmeli. Yaradan’ın işine karışmamalıdır.
Allahü teâlânın, insanları yaratmadan önce de, yarattıktan sonra emir verirken de, kimseye bir şey sorması gerekmez. Çamurdan bir varlık yaratmak isteyince, ona hiç sorulur mu? Sorulma imkânı olsa, insanlar niye kul, köle olsunlar ki, hepsi, (Ben hükümdar, hattâ tanrı olmak isterim) der. Kadının, (Beni niye kadın yarattın?), erkeğin de, (Beni niye erkek yarattın?) demeye hakkı olmadığı gibi, hiç kimsenin, (Bizi niye yaratıp dünyaya getirdin, niye bunları emrettin, niye bunları yasakladın?) demeye hakkı yoktur. Kul, kulluğunu bilmeli. Yoksa Cehennemde haddi bildirilecektir, ama iş işten geçmiş olacak, sonsuz azaba düçar olacaktır.

Oruç Tutmanın Faydaları


Sual: Oruç tutmak vücuda zarar verir mi?
CEVAP
Hayır, çünkü Allahü teâlâ zararlı olan bir şeyi emretmez. Oruç tutan, vücudunun zekâtını ödemiş, onu hastalıklardan korumuş olur. Peygamber efendimiz, (Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtıysa oruçtur. Oruç tutun, sıhhat bulun!) buyurmuştur. (İbni Mace, Taberani)
Orucun faydaları çoktur. İki hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Oruç eti eritir ve Cehennem ateşinden uzaklaştırır. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen nimetler, ancak oruç tutana nasip olur.) [Taberani]
(Allah rızası için bir gün oruç tutan kimseyi Allahü teâlâ, bu bir günlük oruç sebebiyle Cehennem ateşinden 70 yıl uzak tutar.)[Buhari]
Orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır. Hadis-i kudside,(Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevab verilir, fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfatını ben veririm, çünkü kulum, benim için şehvetini ve yeme içmesini bırakmıştır) buyuruldu. (Buhari)
Her iyiliğin sevabını Allahü teâlâ verdiği hâlde, orucun sevabı için,(Ben veririm) buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allahü teâlânın mülkü olduğu hâlde, Kâbe’ye (Beytullah) yani (Allah’ın evi)denmesi, ona şeref vermek içindir. (Oruç bana mahsustur) demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevabın muayyen bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevab verilecektir. Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevabdır. Hadis-i şerifte,(Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler oruçluya dua eder) buyuruldu. (Tirmizi)

Oruç tutarken 
Sual: Oruçluya şeytanın vesvese veremeyeceği, ona yaklaşamayacağı doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. İmam-ı Şa’rânî hazretleri buyuruyor ki: Orucun birçok faydasından biri de, bedenimize şeytanın gireceği bütün yolları tıkamasıdır. (Uhud-ül-kübra)

29 Kasım 2010 Pazartesi

Doğru tek değil mi?

Sual: Dört mezhepten birine uymak Allah’ın emri mi? Hiçbirine uymasak, özgürce hareket etsek, ne olur sanki? Zaten doğru tektir. Aynı konuda dört doğru olmaz. Dört olması şüpheyi çekmez mi?
CEVAP
Hak ile doğruyu karıştırmamalı. Doğru tektir, hak ise çoktur. Farklı ictihadlar haktır, yani geçerlidir, onlarla amel edilir, dört mezhebin dördü de haktır. Hükümde isabet edilmemiş bile olsa, Allah’ın emrine uygundur. İctihad, ictihadla nakzedilemeyeceği için, hangisinin doğru olduğu da zaten bilinemez. Bugün bir mutlak müctehid olsa bile, ancak kendi ictihadını bildirir, diğerlerine ve öncekilere yanlış diyemez. Mesela Hazret-i Mehdi gelince, mezhepler unutulmuş olacak ve ictihad edecek, onun mezhebine uyulacaktır, ama önceki ictihatlara yanlış demeyecek, kendi ictihadını bildirecektir. İctihadında isabet etmemiş bile olsa, ona uymak dinin emridir, çünkü bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevab alır.)[Buhari]
İsabet edemeyen yani doğruyu bulamayan da sevab alıyor. Sevabı veren Allahü teâlâdır. O hükümle amel edilmesini isteyen de Allahü teâlâdır. Demek ki, isabet edilmese de yine sevab alındığına göre, farklı ictihadla amel etmenin mahzuru olmadığı ve farklı ictihadın rahmet olduğu meydana çıkıyor. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki, Deylemi, İ. Münavi, İbni Nasr]
Ehl-i sünnetin dört mezhebine hak denmesi, bu rahmetten dolayıdır. İmanda, itikadda ise, ayrılık olmaz. Bütün Müslümanlar, Resulullah’ın ve Eshab-ı kiramın yolu olan Ehl-i sünnet itikadında birleşmek zorundadır. Bir âyet-i kerime meali:
(Dinde [bozuk] fırkalara ayrılanların cezalarını, Allah verecektir.) [Enam 159]
Bu âyet-i kerimeyi açıklayan hadis-i şerifin meali de şöyledir:
(Dinlerini parçalayıp, fırkalara ayrılanlar, bid’at sahipleridir. Her günah işleyenin tevbesi vardır. Bid’at sahipleri müstesnadır. Onlar, [Hak yolda olduklarını sanarak] tevbe etmezler. Ben onlardan uzağım, onlar da benden uzaktır.) [Taberani, Kurtubi]
Ehl-i sünnet âlimleri, İmam-ı Eş’ari ile İmam-ı Matüridi arasında farklı ictihadları, Ehl-i sünnet itikadına aykırı bulmamışlardır. Yani Matüridi itikadında olan bir Müslüman, bir veya birkaç konuda Eş’ari itikadı gibi inansa, Ehl-i sünnetten çıkmaz. Tersi de böyledir. Eş’ari itikadına göre inanan kimse, bir veya birkaç hususta Matüridi gibi inansa, Ehl-i sünnetten çıkmış olmaz.

Mislî ve Kıyemî Mal

Sual: Kitaplarda, (Emanetçi, emanet edilen altın parayı aynen geri verir. Kaybetmiş veya telef etmişse, benzerini veremez, kıymetini öder. Bir altın lira gasp eden, bunu aynen öder. Bu yoksa benzerini veremez, kıymetini öder)deniyor. Niye benzeri verilemiyor da, kıymeti veriliyor?
CEVAP
Altın paraların biri eski veya yeni tarihli yahut antika olduğu için değeri farklı olabilir. Bunun için, emanet edilenin aynısını vermek gerekir. Benzeri de olsa, başka altın verilemez. Telef olduysa, kaybolduysa, yine benzeri verilemez, çünkü benzerinin kıymeti farklı olabilir. Emanet edilen altın paranın kıymeti, değeri ne ediyorsa onu vermek gerekir.
20 gram bilezik yerine, benzeri olan başka bilezik verilmez. Verilen bileziğin ağırlığı 20 gramdan farklı olabilir. Eğer ağırlığı 20 gramsa, belki ayarı değişiktir. Biri 22, öteki 18 ayar olabilir. Ayarı da, ağırlığı da aynı olsa, bu sefer, işleme, işçilik farkı olur. Onun için emanet edilen altının değeri ödenir.
Bir mal, ya mislî veya kıyemî olur. Mislî malı telef eden, benzerini, kıyemî malı telef eden, değerini öder.
Mislî, çarşıda aynı vasıfta benzeri bulunan mal olup, fiyatları farklı olmaz.
Ağırlıkla, hacimle ve uzunlukla ölçülenlerden fabrikada, tezgâhta yapılan şeyler ve sayıyla ölçülenlerden, aynı büyüklükte olanlar, mesela aynı büyüklükteki yumurtayla karpuz böyledir.
Kıyemî, çarşıda benzeri bulunmayan, bulunsa da fiyatları farklı olan maldır. Uzunlukla ölçülenlerden tarla, elde dokunan halı, ev, dükkân, irili ufaklı olan karpuz kıyemidir.
İkisine de bir örnek verelim:
Fabrika imalatı olup, modeli de markası da aynı olan bir halıyı telef eden, benzerini alıp verir, ama elde özel olarak dokunmuş bir halının aynısı başka yerde olmadığı için, değeri neyse onu öder.

Mesh Zarar Verirse


Sual: Mâlikî’yi taklit eden veya etmeyen Hanefî’nin, başına mesh etmesi zarar verir, hastalığını arttırırsa, meshi terk etmesi caiz olur mu?

CEVAP
Şâfiî’de başın çok az bir kısmı, mesela bir parmakla bile mesh edilirse farz yerine gelir. Salih ve uzman doktor, (Islak elle başı mesh etmek hastalığını artırır) derse veya kendi tecrübesiyle zarar verdiğini, mesela ağrıyı arttırdığını anlarsa, Şâfiî’yi taklit edip başın çok azını mesh etmesi caiz olur.

Mümine ve Kâbe’ye dönmek


Sual: (Yüzü, Kâbe’ye doğru çevirip, Kabr-i şerife arka dönmek lâzım) sözü yanlış değil mi?
CEVAP
Evet, yanlıştır. Resulullah efendimiz ölü değildir. Kabre arka dönülmez. Camide imam bile, namazdan sonra, yönünü müminlere döndürüyor, arkası kıbleye geliyor. Kıbleye dönüp, arkasının müminlere gelmesi mekruh olur. Namaz dışında, mümine doğru dönmek Kâbe’ye dönmekten efdaldir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Ey Kâbe, ey Beytullah, seni Allahü teâlâ, şerefli, mükerrem ve muazzam kıldı, fakat mümin, hürmet bakımından senden daha kıymetlidir.) [Taberani]

28 Kasım 2010 Pazar

Yaşlılara Hürmet


Dinimiz, ihtiyarlara hürmet etmeye büyük önem vermiştir. Bir hadis-i şerif meali:
(Bir genç, bir yaşlıya, yaşından dolayı hürmet ederse onun yaşına varınca, Allahü teâlâ, ona gençleri hürmet ettirir.) [Şir’a]
Burası, (Etme, bulma) dünyasıdır. Bugünün gençleri, yarının ihtiyarlarıdır.
İhtiyara hürmet ederken, zengin fakir, iyi kötü ayırmamalıdır. Zengine zenginliği için hürmet edilmez. Malından dolayı zengini yüceltenin, fakirliğinden dolayı fakiri aşağılayanın lanete müstahak olduğunu bildirmişlerdir. (Şir’a şerhi)

Niyetin Önemi


Peygamber efendimiz, (İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar) buyuruyor. Ölünce herkes pişmanlık duyacak. Pişmanlığı az olana ne mutlu! Çünkü müminin, işlediği amellerin sevabından mahrum kalması, en büyük kayıptır. Mesela davet edildiği yemeğe sadece karın doyurmak için giden sevab alamaz, fakat mümin kardeşinin davetine icabet etmenin sünnet olduğunu düşünerek giden, çok sevab kazanır. Onu sevindirmek, ikram ettiği helal rızıkları yiyip, bunlardan hâsıl olacak kuvvetle ibadet etmek gibi başka niyetler de olursa, her niyet için ayrı sevab kazanılır. Müminin hayat boyunca kazandığı kâr veya zarar [sevab veya günah], niyetinin hâlis olup olmadığına bağlıdır.
Bütün insanları perişan ve helak eden iki şey, servet ve şöhrettir. Herhangi bir iş, şöhret için yapılırsa, büyük felakettir. Allah’ın dinine ve kullarına hizmet niyetiyle yapılırsa saadet olur. Servet de, iyi niyetle elde edilmezse felakete sebep olur.
Dünyada iki gram altın için, iki ton toprak elenir. Âhirette de böyledir. Niyet, altın gibidir. Çok olmasa da, amel ihlâslı olmalı. Çünkü amellerdeki niyete bakılır. Allah için olanlar alınır, diğerleri atılır.
Kanuni Sultan Süleyman Han, kendi parasıyla Süleymaniye adını verdiği camiyi yaptırdı. Cami bitince namazlar kılındı. Sultan, hayırlı bir iş yaptığı için çok sevindi. (İnşallah çok sevab kazandım) diye düşündü. O gece bir rüya gördü. Terazinin bir kefesinde Süleymaniye Camii, diğerinde ise bir bakraç yoğurt vardı. Sevab olarak, yoğurt tarafı daha ağır geliyordu. Uyanınca merak etti, rüyasını Ebussuud Efendiye anlattı, (Hocam hayırdır inşallah, bu rüyanın tabiri nedir?) diye sordu. O da, (Bir araştırayım) dedi. Gidip inşaatta çalışan işçilere sordu. Bir ihtiyar ninenin, çok sıcak bir günde soğuk bir bakraç yoğurt getirip, (Başka bir şeyim yok, Allah rızası için alın, ayran yapıp için) dediğini söylediler. Ebussuud Efendi, sultanın yanına gidip durumu anlattı. Sultan, ihtiyar kadının hâlis niyetine gıpta etti.
Bu yüzden niyet çok önemlidir. Küçük bir şey bile, hâlis niyetle yani Allah rızası için yapılırsa, dağlar kadar hayırdan daha üstün olur. Mesela bir talebe, dinini öğrenmeye ve dine hizmet etmeye, Müslümanlara ve insanlara faydalı olmaya niyet ederek okuluna giderse, her nefesi zikir olur. Bunun gibi, hâlis niyetle yapılan bütün dünya çalışmaları âhiret olur.

Hızma Takmak


Sual: Kadınların, burunlarına pırlanta, altın veya gümüş takı takmaları caiz midir?

CEVAP
Caiz değildir.

27 Kasım 2010 Cumartesi

Mevdudi


Sual: Mevdudi’nin Peygamberimize ve Eshabına dil uzattığı doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. Mevdudi, 1903’te Hindistan’da doğup, 1979’da Amerika’da vefat etti. İbni Teymiye’nin fikirlerine saplanmıştır. Siyasi düşüncelerini İslamiyet olarak tanıtarak, Cemaat-ül İslamiye dediği bir fırka meydana getirdi.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü eski müdürü ve öğretim üyesi, merhum Ahmed DavudoğluHoca, Din Tahripçileri kitabında, Mevdudi’yi tenkit ederek özetle diyor ki:
Felsefeyle meşgul olan Mevdudi, kolay tarafından din âlimi olmaya heves etmiş, dinde reformcu bir cemaat meydana getirmiştir. Mısır’ın reformcu yazarları onu göklere çıkarırken, Pakistan’daki Ehl-i sünnet uleması da yerin dibine batırmıştır. (s. 168)
Mevdudi, ulemasıyla, muhaddisiyle, fukahasıyla bütün İslam âlimlerine cahil demiştir. (s. 173)
(Peygamber, peygamberlik farzında kusur ettiği için Allah ona istiğfar emretmiştir) diyor. (s. 173)
(Her peygamber günah işler) diyor. (s. 174)
(Peygamberimiz Kur’anın eşitlik esasıyla ameli terk etti) diyor. (s. 176)
Mevdudi, Resail Mesail isimli eserinde 57. sayfada, (Resulullah Deccal’ın kendi zamanında çıkacağını sanıyordu, ama bu zannı üzerinden 1350 sene geçmesine rağmen, Peygamberin zannı doğru çıkmamıştır) diyerek Resulullah'ı bile suçlamaktan çekinmiyor. (s. 179)
Yazılarında bunlara benzer saçmalar çoktur. (s. 178)
Necip Fazıl Kısakürek özetle diyor ki:
Mevdudi, İslamda İhya Hareketleri isimli eseriyle İslam'da imha hareketinin temsilcilerinden biri. İşi gücü, Ehl-i sünnet büyüklerine çatmaktır. Efgani ve Abduh'a hayran. İbni Teymiyye'ye ise kara sevdalı. Sapık fikirlerin sapık ihtilalcisi olarak defalarca hapsi boyladı. Derken Vehhabilik dünyasına kapılandı. Medine'deki Vehhabi Üniversitesi İstişare Heyeti’ne aza seçildi. Orada da dikiş tutturamadı ve Vehhabilere bile giran gelen fikirleri yüzünden mahkeme edildi. (Doğru Yolun Sapık Kolları s.155)
İslam’da İhya Hareketleri’nde, kuru aklı biricik metot olarak kullanıyor, bu metodun baş temsilcisi İbni Teymiye’yi göklere çıkarıyor, İmam-ı Rabbani hazretleri gibi, beyninin her zerresi güneş olan bir kahramanı yalnız dış cephesiyle ele alıp içini görmezlikten geliyor. İmam-ı Gazali hazretlerine güya müceddid dedikten sonra, onda bir takım zaaflar buluyor. Mevdudi, bendeki el yazılı vesikaya göre, (Mezhebiniz nedir?) sualine (Mezhebim yok) cevabını veren sapıktır.(Türkiye’nin Manzarası)
Mevdudi, Hilafet ve Saltanat isimli kitabının çeşitli yerlerinde, (İslam nazariyesi) tabirini kullanıyor. Hâlbuki İslam nazariyesi olmaz, İslamiyet bir nazariye yani teori, görüş değildir. Allahü teâlânın dinidir. Genellikle bu tâbiri ve İslam düşüncesi tabirini, İslamiyet’i hak din kabul etmeyen ve Resulullah efendimizin peygamber olduğuna inanmayan, (Kur’anı kendi yazdı) diyen yabancı müsteşrikler kullanır. Müslüman böyle, İslam nazariyesi, İslam düşüncesi gibi tâbirleri kullanmaz. Maalesef günümüzün mezhepsizleri bu tâbirleri kullanmaktan çekinmiyorlar.
Adı geçen kitabındaki yanlış düşüncelerinden birkaçına bakalım:
1- (Dinimizde, gayrimüslimler, müminlere verilmiş bütün medeni haklardan aynı şekilde istifade eder) diyor. (s. 58)
Yanlıştır, bir gayrimüslim, mümin kadınla evlenemez, imam olamaz, halife olamaz. Daha birçok farklı hükümler vardır.
2- (Ancak müminler kardeştir) âyet-i kerimesinden, bütün vatandaşların eşit olduğu hükmünü çıkarıyor. (s. 69-70)
(Benim nazarımda bütün insanlar eşittir. Bizden olsun veya olmasın) diyor. (s. 68)
Müslümanla kâfir asla eşit değildir. Mesela Müslüman namaz kılması için zorlanır, fakat kâfir zorlanamaz.
3- Sahabeden Hazret-i Sa'd bin Ubade’ye, bir ictihadı için, (Kabilecilik taassubu) diyor. (s. 112)
Resulullah efendimiz, (Eshabım anılınca dilinizi tutun!) buyuruyor. Bu mezhepsiz ise, her fırsatta Eshab-ı kiramdan birine dil uzatıyor.
4- (Dördünün değil de, ilk iki halifenin icraatı numune kabul edilir) diyerek Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali'nin hilafetini örnek kabul etmiyor. (s. 114)
Hâlbuki hadis-i şerifte ise, (Benden sonra ihtilaflar çıkınca, sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine uyun! Onlara azı dişlerinizle ısırır gibi sımsıkı sarılın!) buyuruluyor. Hâşâ Resulullah mı yanlış söylüyor, yoksa mezhepsiz Mevdudi mi?
5- Hâşâ, (Hulefa-i raşidinin aydınlattığı meşaleyi Osman söndürdü) diyor. (s. 117)
Hazret-i Osman Cennetle müjdelenen Eshabdan ve Resulullah’ın sevgisine ve takdirine mazhar olup iki defa damat olan büyük bir zattır. Hazret-i Osman’a dil uzatmak, mezhepsizliğin bariz vasıflarından biridir.
6- Hulefa-i raşidinin doğru yolu gösterdiklerini, fakat o yolda gitmediklerini belirtmek için, (Bu zevat-ı kirama Hulefa-i raşide yani doğru yolda giden halifeler değil de, Hulefa-i mürşide yani doğru yolu gösteren halifeler demek daha doğrudur) diyor. (s. 122)
Yani kendileri doğru yolda gitmediler, ama doğru yolu gösterdiler diyor. Peygamber efendimiz Hulefa-i raşide diyor, bütün İslam âlimleri aynısını söylüyor. Bu mezhepsiz bunu değiştirmeye kalkıyor.
7- (Beni Ümeyye [yani Hazret-i Osman sülalesi]nin memleket idaresinde söz sahibi olmasının kabiliyetle izahı mümkün olamaz) diyerek iltimas olduğunu iddia ediyor. (s. 30)
Açıkça Hazret-i Osman’a dil uzatıyor. Bu konuda Şah Veliyyullah-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki:
Hazret-i Osman kendi akrabasına ihsanda bulunmakla, İslamiyet’in Sıla-i rahim sevabına kavuşmuştur. Üstelik işe aldıklarının maaşlarını kendi malından vermiştir. Beyt-ül-malde olan hakkını almayıp, Müslümanlara dağıtmak, büyük bir fazilettir. Hazret-i Osman’ın akrabası cihad ettiler. Çok kahramanlık yaptılar. Her mücahid gibi, bunlara da haklarını verdi. Hazret-i Osman zamanında, İslamiyet’in Asya’ya, Afrika’ya yayılmasında, onun bol ihsanlarının çok faydası oldu. Resulullah da, ganimetten, Kureyş kabilesinden olanlara başkalarından daha çok verirdi. Haşimoğullarına bunlardan da çok verirdi. Halifenin, dilediğini, dilediği işin başına geçirmesi hakkıdır. Hatta vazifesidir. Yakından tanıdığı akrabası, kendisine daha itaatli oldukları için, onları tercih etmesi iyi oldu. [Tanımadığı yabancıları işin başına alması elbette yanlış olurdu.] Eshabı kiramın üzerinde ittifak ettiği Mushaf’ı çoğaltıp dağıtmakla İslamiyet’e büyük hizmet etti. (Kurret-ül ayneyn fi-tafdil-iş-şeyhayn)
8- İbni Teymiyye’den kendi sapık görüşünü destekleyen nakiller yapıyor. (s.135)
9- (Hazret-i Osman'ın siyaseti hatalıydı) diyerek Hulefa-i raşidinden büyük bir zata dil uzatıyor. (s.141)
10- İslam’ın emrettiği seçim şeklinin modern olmadığını veya modern seçimin İslam’ın koyduğu seçim sisteminden üstün olduğunu, dolayısıyla Hazret-i Ali’ye haksızlık yapıldığını belirtmek için,(Bugünkü modern usullerle bir seçim yapılmış olsaydı Hazret-i Ali kazanacaktı) diyerek hem İslamiyet, hem de seçimi yapan Eshab-ı kiram kötüleniyor. (s.151)
11- (Hazret-i Osman’ı şehit edenleri bulmaya çalışıyorlardı) demeyip, (Talha, Zübeyir ve diğer kan davası peşinde koşanlar) diyerek Aşere-i mübeşşere’den bu iki zatı (Kan davası peşinde koşanlar) diye suçluyor. (s. 164)
Hâşâ Allahü teâlâ bunların kan davası peşinde koşacaklarını bilemediği için mi onları cennetlik olarak bildiriyor?
12- Hazret-i Ali'nin karşı taraftakilerin şehitlerine hürmet gösterdiğini ve mallarını ganimet saymadığını itiraf ettiği hâlde, karşı tarafa hücum etmekten kendini alamıyor. (s.167)
13- Resulullah’ın kayınbiraderi, vahiy kâtibi ve Eshab-ı kiramdan yani şerefli arkadaşlarından olan Hazret-i Muaviye'ye şöyle dil uzatıyor:
(Muaviye, Osman'ın kanını isterken gayri kanuni yolda yürüyordu) diyor. (s.169)
(Muaviye, Osman'ın katillerinden değil, halifeden kan istiyordu) diyor. (s.171)
Eshab-ı kiramdan büyük bir zata ancak bir gayrimüslim bu kadar saldırabilir. 
14- (Hazret-i Osman'ın katilinin Hazret-i Ali'nin olduğunu söylemesi için, sahabeden beş tane yalancı şahit bulundu) diye iftira ediyor. (s.173-174)
15- Hakem olayında haklıyı haksızı tespitin, hakemlerin yetkisinde olmadığını, hakemlerin yaptığı işin tamamen yolsuz ve yersiz olduğunu söyleyerek, bu işe rıza gösteren Hazret-i Ali ile bütün Eshab-ı kiramı yolsuz ve yersiz iş yapmakla suçluyor. (s.182-183-187)
16- Hazret-i Ali için, (Hazret-i Osman'ın katline iştirak eden iki sahabiyi vali yaptı) diyerek, (İşte Hazret-i Ali'nin tek hatalı meselesi budur) diyerek Hazret-i Ali'yi de suçlamaktan çekinmiyor. (s.187-197)
17- Hazret-i Ebu Bekir’in Hazret-i Ömer'i yerine hilafete seçtiği gibi, Hazret-i Muaviye'nin de oğlunu hilafete seçmesini yanlış, hatalı ve usulsüz bir fikir olarak söyledikten sonra, Eshab-ı kiramın bu işi aynen kabul etmesini hazmedemeyip Resulullah'ın şerefli arkadaşlarına saldırıyor. (s.197)
18- Hazret-i Muaviye hakkında ağzına geleni söylüyor, bir defacık olsun Hazret kelimesini bile uygun bulmadığı hâlde, tenkidini meşru göstermek için bakın nasıl bir dil kullanıyor: (Muaviye iyilikleri şöyle dursun sahabi olması hasebiyle hürmete şayan bir zattır. Onun hakkında her kim ileri geri konuşur, ona taan etmeye kalkarsa, o haddini bilmez biridir) diyerek kendi kendini yalanlıyor. (s.204)
Hem hürmete layık diyor, hem de, bir Hazret demekten kaçınıyor. Hazret kelimesi, hürmet için kullanılır. Bu düşünceleri Mevdudi’nin samimiyetsiz bir mezhepsiz olduğunun bir belgesidir.
19- Hazret-i Muaviye için, (Politik gayeler uğruna şeriat hükümlerini tahrif etti) diyerek iftira ediyor. (s. 235)
20- Ayrıca, (Bu hadise esnasında bin kadar kadın kendi kocalarından başka kimselerden gebe kaldı) diye iftira ediyor. (s.247) [Mevdudi, Eshab-ı kiram ve onların çocukları olan Tabiîne bu ırz düşmanlığını nasıl layık görür ki? Hâşâ kocalarından başka kişilerden gebe kaldıklarını bu hain nasıl tespit etmiş ki?]
21- (Şirkten başka günahların affedilebileceği, Mürcie’nin itikadıdır) diyor. (s. 302) [Hâlbuki Kur’an-ı kerimde mealen, (Allahü teâlâ, şirki asla affetmez ve şirkten başka olan bütün günahları dilerse affeder) buyuruluyor. (Nisa 48)]
22- İmam-ı a'zamın istisnasız bütün Eshab-ı kiramı hayırla, iyilikle yâd ettiğini yazmasına rağmen, kendisi hain olduğu için Hazret-i Muaviye için hazret demeye dili varmıyor. (s. 326)
23- Dini siyasete alet edip, siyasi bir parti kurmuştur. İslam âlimlerini de kendi zihniyetindeymiş gibi göstermek maksadıyla, (İslam âlimleri, cumhuriyet esasları için çalıştılar) diyor. (s. 360)
24- Sahabe için, (Bilerek hata yapmaz) diyerek hata yaptıklarını söylüyor. (s.436)
25- (Es-sahabetü küllühüm adül) [Eshabın hepsi adildir] hükmünün, istisnasız bütün Eshab hakkında varit olduğunu söylediği halde, yine de (Çokları âdil iş yapmadı, şeriatı tahrif etti) diyerek tenakuzlar içine giriyor. (s.437)
26- Bir hata işlemekle bir kimsenin derecesinin yüksekliğine noksanlık gelmeyeceğini belirterek,(Eshaba dil uzatıyorum, ama onlara noksanlık gelmez) demek istiyor. (s. 441)
27- Kendini, Resulullah'ın arkadaşlarını, akrabasını hesaba çeken savcı durumunda görüp,(Benim düşüncem şöyle) diyerek o büyük zatlara dil uzatıyor. (s. 443)
28- (Eshabım hakkında konuşurken dilinizi tutun!) hadis-i şerifine rağmen, Sahabe-i kirama kusur yüklemeye çalışıyor. (s. 444)
29- Sapıkların şahitliği kabul edilmediği hâlde iftiralarına İbni Sebecilerden delil getiriyor. İntak-ı Hak kabilinden kaynak olarak gösterdiği İbni Ebi Hadid'in Ehl-i sünnet olmadığını kendi de itiraf ediyor. (s. 445)
İntak-ı Hak, Hak söyletmesi demektir. Yani Allahü teâlânın, o kimsenin dilini sürçtürerek veya başka bir vesileyle, inkâr ettiği şeyi itiraf ettirmesidir.
30- İbni Kuteybe’yi de mehaz olarak gösteriyor. İbni Kuteybe’nin Ehl-i sünnet olmaması bir tarafa, Hazret-i Ali'yi sevmemek anlamına gelen nasibilikle itham edildiğini belirtiyor. (s.446, 447)
Sanki Hazret-i Ali düşmanı olunca sözü senet mi olur?
31- İbni Teymiye’yi mezhep sahibi büyük bir zat olarak övüp ona İmam diyor. (s.452)
Burada İmam, mezhep sahibi büyük âlim demektir.
32- İbni Arabi'nin, İbni Teymiye'nin ve Şah Abdülaziz'in Şiîler hakkındaki reddiyelerinin mehaz olamayacağını söylüyor. (s. 463-464)
Kendisi İbni Teymiyeci olduğu hâlde, Şiîlere toz kondurmamak için üstadını bile yeri gelince silebiliyor.
33- Kendi fikirlerini yazdıktan sonra, (Kendi icthadî fikrimi ortaya koysaydım, farklı söylerdim) diyor. (s.463)
Zımnen kendisinin müctehid olduğunu anlatmaya çalışıyor.
34- (Osman'ın niyeti değil, düşüncesi yanlıştı) diyor. (s. 465)
Niyet de, düşünce de kalbde olur. Niyet, düşünceden farklı mıdır? Niyeti iyi, ama icraatı yanlış oldu mu demek istiyor acaba? Zaten icraatını çok tenkit ettiğine göre böyle söylediği anlaşılıyor.
35- Hazret-i Osman'ın firasetinin noksan olduğunu ispat için, (Cahil bir insan bile vukuu muhtemel zararları tahmin edebilir, iyi veya kötü bunlara karşı gerekli tedbirleri almayı ihmal etmezdi) diyor. (s. 467)
Hazret-i Osman'ın bir cahil kadar bile tedbirli olmadığını söylüyor.
Hâşâ Allah’ın onu Aşere-i mübeşşere’den, cennetlik biri olduğunu bildirmekle, Resulullah’ın iki kızını ona vermekle ve Sahabe-i kiramın da, halife seçmekle hepsinin hata ettiği söylenmiş oluyor.
36- Hazret-i Osman'ın Hazret-i Muaviye'yi uzun yıllar valilikte bıraktığı için siyaset ve tedbirinin hatalı olduğunu açıklayıp, (Bir vali ancak 5-6 yıl görevde kalabilir, sonra değiştirmek münasip olur)diyor. (s. 472)
Vali uygunsa, niye on yıl veya daha fazla görevde kalmasın ki? Mevdudi’nin burada kastı, bir taşla iki kuş vurmaktır. Hem Hazret-i Osman’ı hem de Hazret-i Muaviye’yi suçlu göstermektir.
37- (Hazret-i Osman'ın akrabalarına karşı olan tutumu zaaftır) diyor. (s. 476)
Yukarıda bildirdik, Şah Veliyyullah hazretleri gibi âlimler Mevdudi’nin aksini söylüyorlar. Nedense günümüzün mezhepsizleri, Mevdudi’ye karşı Cennetle müjdelenen Hazret-i Osman’ı savunmuyor, Hazret-i Osman’a karşı Mevdudi’yi ve S. Kutup gibileri savunuyor. Eshab-ı kiram düşmanlarına yazıklar olsun!
38- (Osman, bazı valileri değiştireceğine söz verdiği hâlde yine yerlerinde bıraktı) diyerek, onu yalancılıkla da suçluyor. (s. 483)
39- Eshab-ı kiramın en büyüklerinden Amr İbni As hazretleri için, (Bu zatın yaptığı iş, düpedüz haksızlıktı) diyor. (s. 498)
40- (Mekke'nin fethinde Osman'ın iltimasıyla bu zatın suçundan vazgeçildi) diyerek Hazret-i Osman ve Resulullah efendimiz suçlanıyor. (s.506)
Hazret-i Osman iltimas yaptı demekle Hazret-i Osman suçlanmakla kalmıyor, bu iltiması kabul eden Resulullah efendimiz de suçlanmış oluyor.
Mevdudi’nin, (Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hazret-i Peygamberin Hayatı) adlı kitaplarında, vahiylerin arası uzadıkça Efendimizin üzüntüsünün ve sıkıntısının arttığını, bazen Sebir, bazen Hıra tepesine gidip oradan kendini atmak, yani intihar etmek istediği iftirası da yazılıdır. Hâlbuki kitaplarda diyor ki:
Resulullah, (Cebrail aleyhisselam gözümden kayboldu, lakin onun heybet, şiddet ve korkusu üzerimde sabit kaldı. Bana deli diyeceklerinden ve bana dil uzatıp kötüleyeceklerinden korktum. Hatice’nin yanına geldim. Vücudum titriyordu. Kendimden geçmiştim. Gördüğüm şeyleri Hatice’ye anlattım ve bana kâhinlik ârız olacağından korkuyorum dedim) buyurunca, Hazret-i Hatice, (Allah korusun. Hak teâlâ sana hayır ihsan eder. Hayırdan başka şey dilemez. Allah hakkı için benim ümidim şöyledir ki, sen bu ümmetin peygamberi olacaksın. Zira sen misafiri seversin. Doğru söylersin ve emin kimsesin. Acizlere yardım eder, yetimleri korur, gariplere iyilik edersin. Çok iyi huylusun. Bu hasletlerin sahibi olana korku olmaz) dedi. (Medaric-ün-nübüvve)
İskoç masonu Mevdudi’nin, masonluk belgesi bulunamasa bile, yukarıdaki görüşleri, onun süper bir sapık olduğunu göstermektedir.