14 Aralık 2010 Salı

Emir Verme Arzusu

Emir vermek suretiyle meydana gelecek kul hakkından çok sakınmalıyız. Eshab-ı kiram, devenin üstündeyken kırbaçları yere düşse, deveden inerler, kırbaçlarını alıp, tekrar binerlerdi. Deveye inip binmek oldukça zahmetli bir iştir. Buna rağmen, kul hakkı geçmesin, emir vermiş olmayalım diye bu zahmete kendileri katlanırlardı. Kimseden bir şey istememek, emir vermiş olmamak için böyle yaparlardı.
İnsanları helake ve felakete sürükleyecek olan huy, emir vermektir. Bu, insanların hücrelerine kadar işlemiştir. Yani insanların hücrelerinde emir verme arzusu vardır. Bu, can çıkmadan önce, en son çıkacak huydur. İnsanlar için en büyük felaket, emir verme sevgisidir. Bu sevgi yoksa ve karşımızdaki gücenmeyecekse emir vermenin mahzuru olmaz.
Eğer bu arzu ve heves varsa verilen her emir kul hakkına girer. Onun için her zaman birbirimizle helalleşmeliyiz.
Eğer, herkes İslamiyet'e uymakta elinden geldiği kadar hassas olsa, hiç anlaşmazlık olmaz, dünya güllük gülistanlık olur. Bir yerde bir geçimsizlik, bir sıkıntı varsa, orada İslamiyet'e uyulmadığı anlaşılır. İslamiyet'e uyulan yerde sıkıntı olmaz. İslamiyet'e uyulmayan yerde huzur aranmaz.
Şah-ı Nakşibend hazretleri, Alaaddin-i Attar hazretlerine mübarek kızını vermiş ve tek nasihat olarak, (Alaaddin, beni taklit et) buyurmuşlar. Alaaddin-i Attar hazretleri de, (Hocamı taklit ettim ve taklit ettiğim her hususta, onun aslına kavuştum) buyuruyor. Tasavvufta en önemli ve kestirme yol taklittir. Ehl-i sünnet âlimlerini, Silsile-i aliyye büyüklerini seven ve o mübarek zatların yollarında olan Müslümanlar, kendi akıllarını ve görüşlerini işe karıştırmamalı. Zaten Hazret-i Mevlana, (Hocama kavuştum, aklımı bırakıp kurtuldum) buyurmuştur. Bu din büyüklerine kavuşan kimse, hâlâ aklıyla yürüyorsa, yolda kalır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder